Kısa yollar:

Doğrudan içeriğe git (Alt 1) Doğrudan ana navigasyona git (Alt 2)

Seval Şahin
Ev: Bir Yekparelik

Şule Gürbüz ve Coşkuyla Ölmek üzerine...

Seval Şahin

Şule Gürbüz’ün eserlerinde hayat bir macera, dert yuvası, kendini fark etme, huzursuzlukla yaşanan bir ev, kendine baktığında dünyada olmaktan duyulan bir memnuniyetsizlik, kendine çevrilen bir bakışla anlaşılması imkânsız, ölüme hazırlanılan bir ömre denk düşer. Kahramanlar, bu hayatın içinde askıda kalmış bir zaman diliminde birer kukla misali oynar dururlar. Bu anlamda onlar için ev bir dünya, bir sahne, bir hayal perdesi haline dönüşür. Bu yüzden sorular, en çok da kahramanın kendine yönelen bir bakışla kendine dair sorular sorması önemli bir hal alır. Hal, onun eserlerinde birçok kelimede olduğu gibi tevriyeli bir kullanıma sahiptir. Hal hem şimdiki zaman hem de varolan durum için bir arada kullanılır, yani oluş ile zaman bir aradadır.

Eserlerinde yekparelik önemli bir yer işgal eder. Aslında dünya üzerinde insanların halleri, neredeyse bir nevi “insanlık komedyası” olarak kabul edilebilecek bir ortamın hep varoluşu bu yekpareliği mümkün kılar. Kahramanlar bu dünyada varoluşlarını sorgular; bu sorgulamada gençlik ve yetişme, yetişememe, olgunlaşma önemli bir dönem olarak ortaya çıkar. Hiç şüphesiz denebilir ki Gürbüz için ev bu yekpareliğin ta kendisidir ve bu, bakışta oluşan bir manzara ile anlam kazanır. Bu yüzden ev, hayatın dahil olduğu her şeyi içeren bir yekpareliğin izlenmesini de beraberinde taşır.

Gürbüz’ün üçüncü kitabı Coşkuyla Ölmek, onun edebiyatının temel özelliği olan yekpareliği mesele edinir. [Şule Gürbüz edebiyatında yekparelik hakkında bir yazı için bkz. Seval Şahin, “Şule Gürbüz Edebiyatını Okumak”, t24.com.tr/k24/yazi/sule-gurbuz-edebiyatini-okumak, 722 ] Dört bölümden meydana gelen eserde Gürbüz’ün diğer eserlerinde olduğu gibi hem kendi içinde ayrı ayrı hem de bir kitabın tamamında bir bütünlük arz eder bir kompozisyon vardır. Kitabın bütününde ve tek tek içinde yer alan dört hikâyede ortak olan, dünyadaki insanın hal/leri, eylemleri ve kendi üzerine düşünmesi, bu düşünme sonucunun da nafilelikle sonuçlanması şeklindedir.

Her dört bölümde de ortak olan şaşkınlıklar, heyecanlar ya da taşkınlıklar yerine rutin hatta vasat, sıradan bir hayat ve buna hakim olan sıkıntıdır. Bu sıkıntıya eşlik eden unsur olarak dikkati çeken temel mesele ise kahramanların bu rutinliği seyretmeleri, yaşayış adı verilen bir nevi manzaraya uzaktan bakmalarıdır. Bu sebeple Gürbüz’ün eserlerindeki üslubu belirleyen ana unsur olan bu bakma, seyretme, izleme eylemleriyle ortaya çıkıp olan ile olması beklenen arasındaki mesafeyle beslenen bir manzaralaşma halinden bahsetmek gerekir.

Coşkuyla Ölmek’te yazarın üslubunu oluşturan temel unsurlardan biri görme/görselleştirmedir. Burada manzaralaşma öne çıkar. Manzara halini almak yerine manzaralaşmak şeklinde bir ifade kullanmamın sebebi ise yazarın görselleşmeyi izlenecek nesne halinde sunması, neredeyse görüntüyü bir çerçeve içinde bırakıp seyredilecek bir duvara vb. asar gibi yapmasıdır. Kitabın ikinci bölümünden itibaren bu, yoğunluk kazanır, çünkü ilk bölümdeki kahraman 50’li yaşlarında bir “olmuş”tur. İkinci bölümdeki Sadullah Efendi de yaş itibariyle olmasa da ruh itibariyle öyledir, ancak gençlik üzerine düşündüğünden zaman zaman manzaralara ihtiyacı vardır. Zaman, bir mekânın içinde o halde donmuş, hani neredeyse hapsolmuş haldedir. Bu sebeple tıpkı kahramanların askıda kalmış bir zamanda yaşamaları gibi görüntüler de askıda kalmışlığı sağlayan bir karede donmuşluk şeklinde ortaya çıkar. Hayat da bu şekilde askıda bir görüntü olarak tarif edilir.

Kahramanların her birinde manzaraya bakmak önemli bir yer işgal eder. Özelikle üçüncü bölümde, oğulun gözünden anlatılan Refik İyisoy için dünya sadece bir bakma ve seyretme yeri gibidir. Bakışın içine hapsoluş sonrasında izlemek ile birleşir.

Zaman bir bakışın içinde donmuş, hapsolmuştur ama bu aynı zamanda bir sırdır. Bakış, bu sırrı çözecek bir unsur gibi durur. Bu yüzden de oluş halindeki hiçbir şey kaçırılmadan izlenmelidir:

Zamanda izler taşıyan, geçmişten şimdiye akan, orada bir nesne haline geldiğinde bile manzaraya çevrilen bir zaman vardır. İzlemek, bakmak ancak sırra ulaşıldığında bir anlam ifade eder. Onun dışında sadece bir eylemsizlikten ibarettir. Hayat önümüzden akıp giderken yaşamak da sadece bu bakışa hapsolmuş ve aslında olmayan bir şeye ya da bunların yansıması gibi görünen rüyaya döner.

Coşkuyla Ölmek’te kahramanlar dünyada olma haliyle zamanı birleştirmeye çalışırlar. Bu yüzden onlar için önemli olan bilinçli yaşamdır. Bu da başlangıçtan itibaren bulunmaz, kişi bunu ani bir şekilde keşfeder, farkına varır. Gürbüz bir söyleşisinde şöyle diyor: “Zaman, insanın kendini gerçek bir sonsuzluk içinde duyması ve bununla ilgili sezişleri arttıkça hakkında düşünmek diyemesem de baş dönmesi ile gelen ani fark edişleri gibi geliyor bana.”

Şule Gürbüz’ün metinlerinin önemli bir tarafı ve üslubunu oluşturan özelliklerden biri gelenektir. Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazarların hayatı bir din gibi yaşama, dini aynı zamanda bir duyuş ve kültür olarak hayatın bir kenarında tutma arzusu, hevesi Gürbüz’ün eserlerinde de vardır. Coşkuyla Ölmek’te yer alan “Akılsız Adam” ve “Akılsız Adamın Oğlu Sadullah Efendi”, Gürbüz’ün Tanpınar ve Yahya Kemal gibi edebiyatçılara bir selamıdır. Diğer taraftan bu selamda sadece bir duyuş ve sezgi değil üslup da sirayet edici bir unsur olarak metinde yerini alır: “Dünya, üzerinde sürülen bir hayat ya da bu sürülmüş olanın izinden gitme serencamıydı.” (s. 48)

Geleneğin metinlerde bu şekilde yer almasında anlatıcının bu yazarlarla ve eserlerle konuşur, söyleşir gibi bir tavrı vardır. Yukarıdaki alıntıda görüleceği gibi beğendiği yazarlara, şairlere selam gönderirken onlar gibi konuşur ancak onları taklit etmez. Bu bir söyleşme olduğundan onlar gibi söylemeye kendi sözünü de ilave eder. Coşkuyla Ölmek’te Behçet Necatigil’in şiirleri, Yahya Efendi Divanı, Nabi, Muallim Naci, Ahmet Haşim, Ziya Osman Saba, Butor, Foucault, Balzac doğrudan ismi geçen yazar, felsefeci ve şairlerdir.

Farklı zaman dilimlerinden edebî metinlere başka bir metinde gönderme yapmak, o metinlerle söyleşmek onları yeniden yorumlamanın bir başka yoludur. Her ne şekilde olursa olsun kendi zamanından ve bağlamından koparılmış bir metin başka bir metinde varolduğunda yeni bir anlam kazanır. Böylece onun biricikliği, tekilliği meselesi de gündeme gelir. Bu aynı zamanda bireylerin değil metinlerin de bir belleğinin olduğunu gösterir. Gürbüz’ün metinlerinde somutlaştırma, görselleştirme ve görselleştirdiğini alıp yanına koymaya benzer bir tutumun devamıdır bu. Düşüncelerini, duygularını, kendini alıp yanına koyan kimi zaman uzaklaştıran anlatıcı kahramanın yanına yazar anlatıcı kendi okuduklarını ve onlarla ilişkisini yerleştirir. Böylece metinlerinde yaptığı somutlaştırma, görselleştirmeye paralel bir bakış açısı da yaratmış olur. Buradaki tutumda zanaatkâr bir tavır da söz konusu. Gürbüz, Coşkuyla Ölmek’te selam gönderdiği metinleri bir araya getirirken onları bir nesne gibi alıp özenle metnine yerleştiriyor.

Bakılana, görülene bu hayranlık ve şaşkınlık onları nesneleştirmeye, nesnelleştirmeye açılan bir yol gibidir. Kurgunun arka plana itildiği bir formda, oluş halinin yekpareliğinde tekrarlarla kurulan bir akışta varolmanın en iyi anlatım yolu onu tekrar tekrar farklı üsluplarla anlatmaktır. [Bu konuda bir yazı için bkz. Seval Şahin, “Zaman, Dil ve Mekanik”] Bu da eserde birden çok bakış açısının bir arada yer almasını sağlar. Coşkuyla Ölmek, metinlerin yekpare bir şekilde yer aldığı başlı başına bir ev'dir bence. Bu evi yazar metinlerle kuşatır, burada zamanı yok eder, kendi sözünü başkalarınınkiyle birleştirir ve onu bir manzara halinde ev'inin en nadide köşesine asar.