GOETHE-INSTITUT KÜTÜPHANELERİ
AKILLI VAHALAR, GAMEBOX’LAR VE GEZİCİ KÜTÜPHANELER ÜZERİNE
Goethe-Institut Başkanı Klaus-Dieter Lehmann, Goethe-Institut'un kütüphane çalışmalarına, küresel toplumsal dönüşümler bağlamında kapsamlı bir bakış sunuyor. Bu makale ilk kez Haziran 2018'de, Thomas Bürger'in 65. doğum günü vesilesiyle hazırlanan Kooperative Informationsstrukturen als Chance und Herausforderung (Bir Fırsat ve Misyon Olarak İşbirlikli Enformasyon Yapılar) adlı armağan kitapta yayımlandı.
1995 yılı Goethe-Institut için bir dönüm noktasıydı: Tüm dünyada faaliyet gösteren Alman kültür enstitüsünün dijital çağa adım atması, internetteki dikkatli ve temkinli girişimleriyle başladı. Bunlar ilk başlarda özellikle de kültür etkinlikleri ve dil kurslarıyla ilgili "Nerede? Kim? Ne?" başlıklarıyla sınırlıydı, yani son kertede halkla ilişkiler çalışmasının bir parçasıydı, ama Almanya'nın kültür ve eğitim alanındaki dış politikasında internetin gerçekten de etkili bir araç olabileceği çabucak anlaşıldı. Fakat ondan önce, artık sadece analog olarak değil, öncelikle dijital olarak faaliyet gösterdiğimizde nelerden tasarruf edebileceğimiz hakkında ateşli tartışmalar yürütüldü: İlk etapta kendi basılı ürünlerimiz mercek altına alınarak büyük oranda durduruldu ve çok geçmeden tartışmalar Goethe-Institut'un beş kıtadaki 100'den fazla kütüphanesine de sıçradı. Goethe-Institut kütüphanelerinin, Schiller'den Böll'e kadar uzanan zengin dermelerinin en parlak dönemini geride bıraktığını düşünenler, doğrusunun bu olduğunu, zaten kısa süre sonra her şeye internetten ulaşılabileceğini söylüyordu. Goethe-Institut'un "kapsamlı ve güncel bir Almanya portresi sunma" görevini bundan böyle sadece InterNationes ve Goethe-Institut'un ürettiği çevrimiçi içeriklerine bırakmak isteyenler de yine doğrusunun bu olduğunu düşünüyordu. Buna karşı çıkan ve artık seslerini yükseltmeye başlayan muhalifler ise, kütüphanelerin klasiklerle dolu upuzun tozlu raflardan ibaret olmadığı görüşündeydi.
Goethe-Institut Başkanı Klaus-Dieter Lehmann
| Foto: Herlinde Koelbl
Kütüphanelerin uzun tarihinde teknolojik dönüşümler zaman zaman yaşanmıştır hep. Fakat bunların hiçbiri dijital dönüşüm kadar köklü olmadı. Dijital süreçler ve yayınlar, bunların düzenlenmesi, seçilmesi ve yönetilmesinden ibaret değildir; fikri mülkiyet haklarının güvence altına alınması, sınırsız erişim, salt piyasa ekonomisi mantığına göre işlememesi gereken şeffaf süreçler de konusudur. Gerek kamuoyu gerekse de kültür ve bilim kurumları bağlamında önemli olan, dijital kaynakların avantajlarının mevcut fiziksel kaynakların standartlarıyla birleştirilerek, kültürel belleğimizin kamu malı olmaya devam etmesini sağlamaktır.
Dijital yayınların, erişim esnekliği, metin, görüntü ve ses bileşimi, güncelleme kolaylığı ve interaktiflik gibi çok cazip yanları vardır. Böyle bir araca karşı çıkmak ya da direnmek için hiçbir neden yoktur, bunu yapmanıza meydan vermeyecek kadar ilginç olanaklar sağlarlar. Kullanıcıların dijital dünyaya kapılarını kapatmaları son kertede imkânsızdır zaten. Ayrıca, tehlikeler medyanın kendisinden değil, yeterince sorumlu bir biçimde kullanılmamasından kaynaklanıyor. İçeriklerin çoğulcu yapısı yeni özgürlükler sunuyor: Sadece teknolojik ve ekonomik etkilere odaklanmak yerine, farklı medyaların farklı özelliklerinden yararlanmaya imkân tanıyor. Bize kılavuzluk edecek temel ilke bu olmalıdır.
2017 yılında Goethe-Institut'un web sayfalarını 34 milyon kişi, sayıları hâlâ 100 olan kütüphanelerini ise bir milyon kişi ziyaret etti. Dolayısıyla, her iki taraf da, dijital dönüşümü eleştirenler de savunanlar da haklıydı herhalde.
Nasıl ki 20. yüzyılda televizyon radyonun, günümüz streaming hizmetleri sabit bir program akışına sahip televizyon kanallarının –bazıları ayakta kalmakta zorluk çekse de– yerini alamadıysa, yeni teknoloji de kendini ispatlamış geleneklerin yerini alamadı. Ama yeni teknoloji kökten bir dönüşüme yol açtı: Medya tüketim davranışımız, öğrenme davranışımız, her türden içerik üretimi ve sunumu temelden değişti. Dijitalleşme, Goethe-Institut'un ve Almanya'nın kültür ve eğitim politikası için büyük fırsatlar ve hedefler sunuyor elbette, ama kurumların –bizim durumumuzda dünyanın 160 yerinde– fiziksel varlık göstermesini gereksiz hale getirmiyor. Ne var ki, dijitalleşmenin bu fiziksel mevcudiyetin biçimini ve işlevini değiştirdiği kesin.
Almanya’nın kültür enstitüsü Goethe-Institut'un başlıca hedefi, tüzüğünden de görülebileceği üzere, Almancayı ve uluslararası kültür alış verişini teşvik etmek, eğitim hizmetleri sunmak ve Almanya hakkında ilgi vermektir. 1995'teki dönüm noktasından bu yana dijital olanaklar hizmet kapsamıyla birlikte etki alanının da genişlemesine, sunulan pek çok hizmetin zaman ve mekândan bağımsızlaşmasına ve partner kuruluşlar ve kullanıcılarımızla çok farklı biçimlerde diyalog kurmamıza katkıda bulunmuştur.
Almanca kurslarında ağırlıklı uygulama sınıf içi kurslar olmakla birlikte, e-kurslar ve hibrid kurs olarak düzenlenen karma kursların sayısı her yıl iki haneli rakamlarla artmaya devam ediyor. 35 mm’lik hassas ve de ağır film kurdeleleri çeşitli Alman film festivallerine daha birkaç yıl öncesine kadar postayla gönderilirken, bugün Dijital Sinema Paketleri sayesinde ekonomik, güvenli ve kolayca kopyalanabilen erişimler sağlanıyor. Eskiden ders ve seminer materyallerinin bulunulan yerde hazırlanması ya da dünyanın her yerine ulaştırılması gerekirken, bugün tek bir tıklamayla her an herkesin erişimine sunulabiliyor. Goethe-Institut “Moderasyonlu Online Açık Kurs”lar da düzenliyor artık, "Senin İçin Almanca" kurslarındaki aktif üye sayısı daha şimdiden 300.000’e ulaştı. "Dijital Sınıf Defterleri" ve "Öğrenme Platformları"nı dünya çapında bir standart haline getiren Goethe-Institut, Berlin Filarmoni Orkestrası'yla işbirliği içinde "Dijital Konser Salonu" etkinliklerine de katkıda bulunuyor. Sosyal medyadaki etkinlikleri 3.000.000'dan fazla takipçi izleyip yorumluyor. Fakat enstitünün geniş yelpazesi burada son bulmuyor, “Talebe Bağlı Video” hizmetinden dijital Almanca sınavlarına, "Sosyal Okuma" ve "Sosyal Çeviri"ye, yani metinlerin online platformlarda ortaklaşa çevrilmesine kadar uzanıyor.
Goethe-Institut’un 2013'te dijitalleşme konusunda öngörülü bir strateji oluşturması ve –sonuçları yine yıkıcı olabilecek bir sonraki dijital teknolojiyle ilgili tüm spekülasyonlara rağmen– konuyu kurumun gündemine oturtarak hem içerde hem dışarda gerekli yenilikçi adımları atması çok yerinde bir karardı.
Goethe-Institut'un dünyanın her yerinde faaliyet gösteren kütüphaneleri için yeni bir konsept oluşturmaya karar vermesi ve bu konseptle kütüphanelerin kökünden değiştirilmesini değil, önemli işlevlerinin yeniden yapılandırılmasını hedeflemesi de çok yerinde bir karardı. Dramatik bir ifade de olsa, geriye dönüp baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Kütüphanelerin geleceğe taşınması ancak köklü değişimlerle mümkün olabilmiştir. Kitapların dünyasından gelen ve kendini hâlâ o dünyaya ait hisseden bir Goethe-Institut Başkanı olarak bunu Johann Wolfgang von Goethe'den bir alıntıyla vurgulamak istiyorum: "Ancak değişenler kalıcı olur."
Bu değişimin ana hatlarını bazı başlıklar altında örnekleriyle vermek istiyorum:
KAYNAK ORTAMINDAN KULLANICI ORTAMINA
1990’lı yıllara kadar Goethe-Institut kütüphaneleri, "yurtdışında Almanya hakkında bilgilere ulaşmanın adresi" olarak eşsiz bir yere sahipti, ama dijitalleşmeyle birlikte bu statülerinden çok şey kaybettiler. Alman Parlamentosu seçimleri, kitap ödülleri ya da Beuys hakkında bilgi edinmek için bir Goethe Kütüphanesi’ne gitmek gerekmiyor artık, bu bilgilere başka yerlerden de ulaşılabiliyor. Hizmetlerimiz o zamana değin spesifik değil de, daha ziyade geniş kapsamlıyken, belirli temalara odaklanma, dermeleri bir noktada toplama, her şeyden önce de yer açma eğilimine girildi. Uzun koridorlar ve yüksek raflar yerini yepyeni bir mekân anlayışına bıraktı. Kullanıcılar kütüphaneye sadece kitap ödünç almak için kısaca girip çıkmamalıydı. Buna en iyi örneklerden biri de, kütüphane ekibinin yıllar içinde gönül verdiği o eski dermeyle vedalaşmakta çok zorlandığı, ama dermenin küçültülmesiyle kazanılan yerin sinema, kafe ve sergi alanı olarak değerlendirildiği, her kütüphanenin temel ilkesinin –paylaşmak ve takas etmek– gündelik hayatın şeylerini kapsayacak şekilde genişletildiği, şeylerin kütüphanesinin yaratıldığı Goethe-Institut Bratislava'dır. Burada uygulanan konsept ziyaretçi sayısının bir anda artmasına ve yaş ortalamasının hayli düşmesine yol açtı.İŞBİRLİKLİ ÖĞRENME VE ÇALIŞMA OLANAKLARI
Kütüphane, insanın vakit geçirmekten hoşlandığı, sadece sessizce kitap okumak için değil, heyecan verici sohbetlerde bulunmak için de geldiği, atölyelere, okuma etkinliklerine ve seminerlere katılabildiği bir yer olmalıdır. Tüm bunları kütüphanenin temel işleviyle uyum içinde birleştirebilmek için, kullanıcıların huzur içinde bir arada olabilmelerini sağlayan, belki de olumlu sinerjiler de yaratacak olan, hem zaman hem de mekân kullanımı açısından birbirinden ayrı alanlar açmak gerekir. Nitekim dijital teknoloji yine bu noktada da çok işe yarıyor: Örneğin, RFID ve self-check sistemlerinin yaygın biçimde kullanılması kütüphanenin daha uzun süre açık olmasına ve çokişlevli kütüphanenin bu sayede daha çok kullanılmasına izin veriyor.Goethe-Institut Johannesburg'un geçen yaz yeniden açılan kütüphanesi bu durumu uç boyutlara vardırdı. "Library" işlevi tehlikeye atılmaksızın, bu işleve moda tabirle "Hub" denen bir alan eklendi: "Hub", yaratıcı girişimcilere, esinlendirici bir ortamda altı ay boyunca kendilerine ayrılmış bir masada çalışma olanağı sunuyor. Ve "Hub"ın yanı sıra bir de "Gamebox" var ki, ziyaretçiler orada güncel dijital bilgisayar oyunlarıyla tanışabiliyor ve bunları deneyebiliyor. Almanya ve Güney Afrika piyasasından titizlikle seçilen oyunlar kalıcı olarak dermeye katılıyor ve bunlara sürekli yenileri ekleniyor. Ultra HD ekran, Playstation, Xbox ve Switch konsolları, ayrıca Sanal Gerçeklik Gözlükleri gibi teknolojik donanımlar, yeni oyunları denemek ve yeni deneyimler edinmek için bire bir. Bu bağlamda özellikle de bağımsız oyun geliştiricilerinin ve çiçeği burnunda yenilikçi şirketlerin projelerinin tanıtımına önem veriliyor.
OLAYLARIN GÖBEĞİNDE
Dolayısıyla, kütüphaneler yeni işlevler üstlenebilecek duruma geldiğinde, olayların "göbeğinde" olma şansını da elde ediyorlar. O zaman marjinalleşmiş bir alan olmaktan çıkıyor, herkese açık, çeşitli temalarda faaliyet gösteren ve kendini enstitünün diğer işlevleriyle de ilintilendiren bir kurumun oyun alanı haline geliyorlar.Prag'daki Goethe-Institut tam da bu yaklaşımı şiar edindi: Berlin'deki Eyalet Merkez Kütüphanesi'yle işbirliği içinde düzenlenen tema alanlarının sergi mekânı karakterinde olması, "Kaçış", "Şiir" ya da "Bilim Kurgu" gibi tema ve janrlara yaklaşımın temelini oluşturuyor. Bu temalarla ilgili filmler gösterilir, tartışmalar yapılır ve okuma listeleri oluşturulurken, tema mekânı ziyaretçiyi üç boyutlu ve sinestetik derinliklere götürüyor. Tema alanı bunu hem fiziksel hem de dijital ortamdaki eşzamanlı sunumlarla gerçekleştiriyor elbette.
Yer
Kütüphane yine bir "yer" haline geldi: Özgürlük ve diyaloğun, buluşmanın, entelektüel paylaşımların yeri oldu. Mumbai ya da Jakarta'da, eviyle iş yeri arasında trafikte saatlerce giden (ya da sıkışıp kalan) biri, yolu üstünde bulunan, herkese açık bir kütüphanede kendine zaman ayırabildiği, vaktini kafa dengi insanlarla sohbet ederek değerlendirdiği ve dilediğini yapabildiği için mutlu olacaktır elbette. Goethe-Institut’un Hindistan'daki kütüphanelerinin –2000'li yılların başında bir süreliğine kapatılmışlardı– yeniden başarılı bir biçimde açılmasının bir nedeni, sayıları giderek artan Almanca öğrencileri için elzem olduklarının anlaşılmasıydı, diğer nedeni ise, kentin keşmekeşinde hiçbir yerde bulunmayan birer dinlenme vahası olmalarıydı. Kütüphane bu şekilde hem kentin nefes almasına biraz olsun katkıda bulunuyor hem de oraya belki de hiç gelmeyecek olan insanların âdeta kendiliğinden Goethe-Institut'a yönelmesini sağlıyor. İnsanları esinlendiren ve bir araya getiren bu açıklık ve hizmet çeşitliliği, her şeyin hızla yaşanıp tüketildiği günümüz dünyasında önemli bir toplumsal dayanak oluşturuyor.Bir zamanlar radyo teknolojisi üretilen bir sanayi tesisi olan ve tepeden tırnağa yeniden tasarlanan Goethe-Institut Pekin’i bu bağlamda özellikle anmak isterim. 2015'te canlı bir sanat ve kültür ortamının göbeğinde, sanatçı mahallesi 798’de açılan enstitü, kamusal bir diyalog ortamı olarak her tür buluşmaya ve etkinliğe açık bir yer. İletişim teknolojisinin üretildiği bir yerin, insanlar arasındaki gerçek iletişimin, Alman-Çin kültür diyaloğunun mekânına dönüşmesi simgesel bir anlam taşımıyor mu sizce de? Goethe-Institut’un Çin’deki 27 yıllık faaliyetinden sonra büyük bir özenle yaratılan bu yeni yerin kalbini oluşturan kütüphaneyle işbirliği içinde, üstelik de örnek bir modern iç mimariye sahip bir ortamda çeşitli hizmetler sunulabiliyor. Aynı zamanda da bir teknoloji parkı olan bu yerde bilim ve kültür diyaloğunun desteklenmesi için her tür olanak mevcut. Çin’in önde gelen aydınlarından, Pekin Üniversitesi’nde edebiyat ve tarih profesörü Wang Hui şunları söylemişti: "Çin’den ve Almanya’dan entelektüellerin bir arada çalışabileceği yepyeni bir kamusal alan yaratılsın isterdim. Bunun için ortak bilgiye ihtiyacımız var. Tartışmalar yürüterek ortak bir zemin bulmak zorundayız, fakat elbette farklı görüşler de olmalı.” İşte biz tam da böyle bir yer yarattık!
DİJİTAL ORMANDA YOLUNU BULMAK
Dijitalleşme, zaman ve mekânda akışkanlıkla hareket etmek biçiminde tanımlanabiliyorsa, dijital ortamdan fiziksel ortama da bir yol var demektir. Biz “dijital olanı görünür” kılıyoruz ve dijital ormanda yol açmaya yardımcı oluyoruz. Bu bağlamda, Google ve benzerleri üzerinden öğrenilemeyen her konuda sunduğumuz danışmanlık hizmetlerinden de söz etmek gerekir. Basın veri bankalarına, Açık Erişim kaynaklarına ve uzmanlık bilgilerine erişim, çoğu zaman sadece Goethe-Institut’lar ve Goethe-Institut kütüphanelerinin sunabildiği hizmetler. Bunun için kütüphanenin işbirlikli çalışmalara da olanak tanıyan dijital bir temel donanıma sahip olması kadar, kütüphane ekibinin kullanıcıların ve partnerlerin medya ve bilgi becerisini artırmak için aktif bir çaba içine girmesi de önemli. Goethe-Institut Varşova’nın şimdilerde “From Collection to Connection” (Dermeden İletişime) şiarıyla yaptığı çalışmalar buna örnek gösterilebilir.BAŞKALARINA ÖRNEK OLMAK
Kahire’de yeni yapılan Goethe-Institut binasından içeriye adım atar atmaz dikkat çeken pek çok “Almanca Gece Kursları Başladı” ve “Hafta Sonları Ek Sınavlar” afişinin yanı sıra, “Mısır’ın En Modern Kütüphanesi” sözleriyle insanları kütüphaneye gururla davet eden bir afiş de görürsünüz. Goethe-Institut’un bir işlevi de bu olabilir: İlişkiler ve diyalog kurarak, her şeyden önce de başarılı yerel uygulamalarla –elbette partnerlerle eşitlik ilişkisi içinde– örnek olarak ülkedeki kişi ve kurumlara ilham verebilir ve insanları bir şeyleri farklı yapmaya cesaretlendirebilir. Kahire’deki “Akıllı Vaha” (Deutschlandfunk Kultur, 17 Mart 2017) bu görevi örnek bir biçimde yerine getiriyor: Öğrencilerin gereksinimlerine göre düzenlenen cazip bir ortamda zengin bir kaynak dermesi, esnek biçimde kullanılabilen, herkese açık bir mekân, güncel bir dijital donanım, ülkenin kütüphanecilerine yönelik ileri eğitim programları ve bunu destekleyen online hizmetler sunuyor.ESNEKLİK, FARKLI SEÇENEKLERE AÇIKLIK
Dünya çapında bir ağda bunu gerçekleştirmenin en iyi yolunun, enstitülerde ve kütüphanelerde gerekli standartların (kütüphane yönetim sistemi, dijital donanım standartları) yanı sıra, olabildiğince çok kapasite yaratılması ve bunun en faydalı olduğu yerde uygulanması, yani söz konusu kurumun ellerine bırakılması olduğu görüldü. Uluslararası bağlamda gerek işlevsel gerekse de estetik meselelerle ilgili sorular ancak yerinde yanıtlanabiliyor, kullanıcı alışkanlıkları ve gereksinimleri ancak yerinde tespit edilebiliyor. Yeni yapılanmaların beceri kazandırmayla, motivasyon ve coşkuyla da ilgisi vardır daima ve yurtdışı kurumlarında, genellikle o ülkenin insanlarından oluşan ekibin işini coşku ve hevesle yapması, kültürler arası diyalog çalışmalarına katılmayı öğrenmesi gerekir. Yine bu konuda da denemelerde bulunmaktan çekinmemeliyiz, başarılar gibi hataları da öğrenme deneyimi olarak görmeliyiz. Nitekim Goethe-Institut Ramallah siyasi açıdan zor bir ortamda bir ilki gerçekleştirdi ve kaynaklarını bir otobüse koyarak Batı Şeria ve Gaza Şeridi’ne bir gezici kütüphane götürdü. Goethe’nin gezici kütüphaneleri Nil Vadisi’ni, Anadolu’yu ve Lübnan’ı da turluyor artık. Batı Afrika’da mini kütüphaneler ve takas dükkânları için en ideal yerlerin kuaför salonları olduğu görüldü. Güney Doğu Avrupa’da “Budki” denen yerlerde kitapların yanı sıra başka keyif verici ürünler de temin ediliyor. Ürdün, Kuzey Irak, Türkiye ve Lübnan’da “Ideas Box” denen gezici kültür merkezlerinde kukla tiyatrosu, film gösterimleri ve okuma köşelerinin yanı sıra çok önemli bir fırsat daha sunuluyor: İnsanlar hem dijital araçlarla çalışıyor, hem kitap karıştırıyor, hem de kendini geliştirip dünyayla temas kuruyor. Yenilik periferiden gelir!ÖZGÜRLÜK ALANI AÇMAK
Bu gelişmeleri en iyi özetleyen kavram “özgürlük alanı”. Goethe-Institut gerek baskıcı toplumlarda gerekse de siyasi baskı altındaki toplumlarda çok uzun yıllara dayanan bir çalışma deneyimine sahip. Özgür ve sansürsüz bir fikir alış verişi için alan yaratan, korunaklı ortam dışında erişilmesi mümkün olmayan pozisyonlar ve bilgiler sağlayan, çoğu zaman özellikle de Goethe-Institut oluyor. Sansür ve baskıların arttığı, düşünce üretmek, ilham almak ve deneyimleri paylaşmak için gerekli özgürlük alanının pek çok yerde bulunmadığı bu dönemde insanlara özgürlük alanları açmak bir Goethe-Institut kütüphanesinin belki de en soylu işlevidir. Lafı gediğine koymak için sözü Goethe’ye bırakalım: “Bize gelen insanları tanımamız mümkün değildir, onları gerçekten tanımak için bizim onlara gitmemiz gerekir.” Somut eylemlere dayanan ve yanıtlar da veren bu diyalog biçimi, dünyadaki Goethe-Institut kütüphanelerinin vazgeçilmez bir unsuru olmalıdır.BAĞIMSIZLAŞMA
Kütüphane içinde ve kütüphaneyle birlikte örgütlenebilecek en önemli hizmetlerden biri de eğitime erişimdir. Bu bağlamda öncelikle kızlara ve kadınlara daha iyi olanaklar sağlanmasına özel bir önem verilmesi gerekir. Kadınlar ve kızlar pek çok yerde eğitimden mahrum bırakılıyor. Oysa daha iyi bir geleceğin kurulmasında belirleyici bir rol oynuyorlar. Eğitim konusunda özellikle de kalkınmakta ve gelişmekte olan ülkeler teşvik edilmelidir. Nobel Barış Ödülü’nü kazanan Malala Yusufzay Birleşmiş Milletler önünde yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Bir çocuk, bir öğretmen, bir kitap ve bir kalem dünyayı değiştirebilir.” Goethe-Institut’ların ve kütüphanelerinin pek çok yerde okumayı teşvik ederek ve bilgi kazandırarak kadın ve kızların eğitimini desteklemesinin nedeni budur.Bu ülkelerdeki kadınların bağımsızlıklarını kazanmasında dijital medyalar da artık önemli bir rol oynuyor. “I am Science” (Ben, Bilim) projesi mobil cihazlar için hem temel eğitim hem de belirli bir alandaki eğitim için dijital öğrenim uygulamaları sunuyor. Kızlara ve kadınlara bilgi kazandırma projelerinde şimdilerde Güney Afrika’ya odaklanıldı. Afrika ülkelerine ve toplumlarına damgasını vuran pek çok önemli kadın var. Ne var ki, Wikipedia gibi dünya çapında önemli bilgi veri bankalarına girmeyi başarabilenler pek az. Bu eksikliği “Wiki loves Women” projesiyle gidermek isteyen Wiki-Africa ve Goethe-Institut, Wikipedia’ya kadınlar tarafından kadınlar üzerine yazılan entry’ler girmeye başladı.
Yeni teknolojilerin yaratıcı ve bağımsız gelişmeleri nasıl teşvik edebileceğini ve istikrar sağlayıcı ağların kurulmasına nasıl katkıda bulunabileceğini bu birkaç örnek bile gösteriyor.
DİJİTAL ETKİ VE SORUMLULUK
Dijital dünyanın etkisi, olan bitenleri sadece oturup izlemekle yetinemeyeceğimiz kadar önemli boyutlara ulaştı. Bu etki sadece yayın dünyasını değil, kütüphaneleri, eğitime erişim ve bilgi kullanım biçimlerini de değiştiriyor. Son kertede hayatın tüm alanları dijital dünyanın etkisi altına girdi. Bir yandan, kişisel verilerin fütursuzca paylaşılması, diğer yandan tüm ekonomik ve toplumsal süreçlerin artık sadece dijital süreçlere dönüşmüş olması insanlara pek başka seçenek bırakmıyor. Nitekim Jürgen Habermas, yaşam dünyalarımızın kolonileştirilmesinden söz ediyor. Dolayısıyla, gerçek kişilerin hayatının dijital süreçlerle yönetilip kontrol edildiğini dikkate almak zorundayız.İnternet kütüphaneler için çok önemli bir rol oynuyor. Zamanın ve mekânın aşılmasını, zengin bilgi dermelerine ve edebiyat hazinelerine erişimi sağlıyor. Yine de tüm bunlar sonunda evrensel bir bilgiye değil, bir sürü bilgiden oluşan bir dermeye varacak. Dolayısıyla, bilgi erişimi ve aktarımının güvenliği kütüphaneler için çok önemli. Kütüphaneler, dijital dönüşümün kültür, bilim ve toplum üzerindeki etkilerini tekrar tekrar düşünmek, bu konuda sorumluluk üstlenmek zorundalar. Kütüphanelerin, dijital dönüşümün olanaklarını ve tehlikelerini kendi beceri ve deneyimleri üzerinden değerlendirebilmeleri ve konunun uzmanı olarak kabul edilmeleri gerekir.
İlk yayımlandığı yer: Klaus-Dieter Lehmann (2018), “Von smarten Oasen, Gameboxen und fahrenden Büchern”, Achim Bonte, Juliane Rehnolt (yay. haz.), Kooperative Informationsstrukturen als Chance und Herausforderung: Festschrift für Thomas Bürger zum 65. Geburtstag içinde, s. 268-276, Berlin, Boston, De Gruyter.