Kısa yollar:

Doğrudan içeriğe git (Alt 1) Doğrudan ana navigasyona git (Alt 2)

Hannah Dübgen
Memleket, O Parlak Gözlü Varlık

Hannah Dübgen

Katerina Poladjan'ın bu ilk romanında, ben-anlatıcısı Mascha doğduğu yer Bykovo'ya, Moskova'ya arabayla birkaç saat uzaklıktaki bir Rus köyüne gider. Bu seyahat çok geçmeden Mascha'nın iç dünyasına ve geçmişine yaptığı bir yolculuğa dönüşecek; şimdiki zaman, anılar ve düşler hem anlatıcının hem de okurun birbirinden ayırt edemeyeceği biçimde iç içe geçecektir.

Mascha daha romanın başında, satışa çıkarıldığı için Berlin'den apar topar Bykovo'ya gitmesine neden olan evin aslında çocukluğu olduğunu söyler. Ama dünyaya geldiği ve birkaç yıl ilkokula gittiği bu yer hâlâ memleketi midir, en azından onun bir parçası mıdır? Memleketimizden, yurdumuzdan söz ederken, kastettiğimiz bir mekân mıdır yalnızca, yoksa o yerin bizde yarattığı haletiruhiye midir? Aşinalık ve aidiyet gibi duygular kadar, "geçmiş" üzerinden de anlaşılabilen, durmuş oturmuş bir kimlik bilincinin de damgasını vurduğu bir haletiruhiye midir bu? Roman ilerledikçe sorular da çoğalır, zira Bykovo'ya vardığı ilk andan itibaren her ağaç, her hayvan, çocukluğunu geçirdiği evin her odası Mascha'nın hatıralarını canlandırır. Mascha'nın eskiden çatı katında uzun uzun sohbet ettiği küçük yeşil adam, anneannesi Büyük Tamara'nın bahçede verdiği partiler ya da Rusya'da Mascha'ya okulun ilk gününde verilen kırmızı karanfille ilgili anılar bir bir sökün eder. Fakat Mascha ve bizler, okurlar, bu anılara itimat edebilir miyiz? "Bir köpek görüyorum. O kurtlardan birini," cümlesi, eve alınan hayvandan, muhtemelen bir köpek olmasına rağmen hep kurt diye söz edilen bu romanın tipik bir cümlesidir. Fakat belli ki Mascha köpeği bir kurt olarak, hem tehlikeli hem de cazip bir varlık olarak algılar. Nitekim romanın sonuna doğru, belki de geçmişte yaşanmış bir şeyi gözlemleyen de yine bu kurttur; söz konusu sahnede Mascha, babası sandığı kişinin gerçekten öz babası mı olduğu sorusuyla karşı karşıya kalır. Romandaki pek çok soru gibi bu soru da yanıtsız kalır. Nitekim neyin gerçek olduğu, neyin olmadığı ve geçmişte yaşananlar romanda giderek önemini yitirir, çünkü başka bir şey öne çıkar: Mascha kim olduğunu kavrar. "Anılarım neyse, ben de oyum," der. "Buradaki ahşapta, çatı katında ve ağaçlarda yaşayan anılarım ben." Aynı zamanda da, anılarının bugünle ilgisi kalmadığını, geçmişe ait bir hayatın parçaları olduğunu anlar; ve bunun tek nedeni, aile dostu Pyotr'ı "geçmişte kalan bir şeyin bir parçası" olarak görmesi değil, Mascha'nın Bykovo'da, Pyotr'la ve evin potansiyel alıcısıyla konuşurken kendini birdenbire "çok Alman" hissetmesidir.

Mascha kendinden daha emindir artık ve Bykovo'yu eskisi gibi memleketi olarak görmediğini fark eder. Aslında Mascha'nın derdinin özgüven olduğunu, romana damgasını vuran şu düşüncesinden anlarız: "Bazen o kadar çok istiyorum ki gerçeği öğrenmeyi, hatırladığım ve hissettiğim her şeyi açıklayabiliyorsa eğer, bir yalanla da yetiniyorum. Her gerçeğin önce bir oturtulması lazım." Fakat Mascha hep eksikliğini duyup aradığı şeyin belki de gerçekler değil, kim olduğunu bilmek ve hissetmek olduğunu Bykovo'da, çocukluğunu geçirdiği evde idrak eder.

Sonunda Mascha çocukluğunun geçtiği yerden şu düşünceyle ayrılır: "İçinde bulunduğumuz zamandan başka zaman yok bizim için." Ve bu bilgi onu teselli eder, arayıp durduğu bir odağa kavuşmanın sükûnetiyle Berlin'e döner ve yıllardır aklı başında olmayan annesini ziyaret eder; şimdiannesine yakınlık duymak için, onun geçmişteki davranışlarının ardında yatan nedenleri anlamasına gerek kalmamıştır. Dolayısıyla, insanın kim olduğunu bilmesi için bir memlekete sahip olması ya da geçmişin tüm sırlarını açıklığa kavuşturması gerektiği düşüncesinden kurtularak özgürleşmesi olarak da okunabilir bu roman. İnsan, "şimdi ben buradayım, yapmam gerekeni biliyor ve yapıyorum" duygusuna sahip olduğu sürece farklı dünyalarda –Almanya ve Rusya arasında– gezinebilir.

Fakat yer yer harikulade komik olan bu metin için şunu da zikretmeden geçmemek lazım: Romanın ben-anlatıcısı en tedirgin anlarında bile mizahı elden bırakmaz. Örneğin çok üşüdüğü bir sırada kendisiyle alay ederek şu düşünceyle teselli bulur Mascha: "Verandada haysiyetimle donabilirim." Sobayı yakmayı bir türlü beceremeyince de kendisiyle dalga geçer. Ben-anlatıcısının özellikle de karşılaştırmaları hem özgün hem de komiktir: Mascha uçakta yanında oturan adamı, "mis gibi ekmekler pişirdiğini bilen bir fırıncı"ya benzetir örneğin ya da Pyotr'ın kahkahası "minik köpeğini gezdiren zengin bir kadının, minik köpeğini gezdiren bir başka zengin kadınla buluştuğunda attığı kahkaha" gibidir. Etrafına böyle espriyle bakan biri, zaman zaman Mascha'da gözlemlediğimiz gibi güvensiz olabilir mi? Olabiliyormuş demek; yine de, bu harikulade mizah –ki kimileri bunda bir Rus damarı görecektir– şu soruyu sormamıza izin verir: Bir insan, bir duruma mizahla yaklaştığı, güldüğü anlarda, kasten yaratılamayan, ancak kendiliğinden yaşanan anlarda da "ta kendisi" değil midir?